Yunanca’dan gelme (demo=halk ve kratos= güç) kelimelerinin birleşmesinden türemiş olup, “gücün halkın elinde olması” demektir. Demokrasi bu özelliği ile, özel bir toplumsal sınıfın yönetimi elinde tuttuğu “oligarşi ” den ve bir tek kişinin yönetimi elinde tuttuğu “diktatörlük” ve “monarşi” den ayrılır. Diğer bir ifadeyle, demokrasi eşitlik ve özgürlük temeline dayanır ve günümüzde Birleşmiş Milletlerin “İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi” ile bu haklar, güvence altına alınmıştır.
Doğrudan demokraside, eski Yunan Sitelerinde olduğu gibi, bütün halk topluca oy kullanarak yasaları çıkarır. Dolaylı demokraside ise, günümüzde pek çok ülkede ve Ülkemizde olduğu gibi, yurttaşlar kendilerini yönetimde temsil edecek bir “meclis” seçerler.
Seçimler, halkın temsilcilerini seçmesine olanak vermekle birlikte, iradesini devrettiği anlamına gelmez. Seçmenin oyunu kullanırken bunu kendi bencil çıkarlarını koruma yönünde değil, kişisel nitelikleriyle güven veren bir adayı seçme yönünde yapmakla yükümlü olduğu gibi, seçilen kişi de kendini, bir çıkar grubunun vekili değil, toplumun iyiliği için yasalar yapmakla görevli bir yurttaş olarak görmelidir.
Halkın seçtiği temsilcilerin, olabilecek en iyi siyaset doğrultusunda birleşmeleri beklenemez. Bu nedenle temsilciler arasında farklı eğilimler belirir; farklı eğilimli kişiler de siyasal partiler biçiminde örgütlenir. Siyasal partilerin varlığı, düşüncelerde çoğunluğu güvence altına almasının yanı sıra, seçilenlerin kamuoyu ile daha sıkı ilişkide olmalarını ve meclis çalışmalarında iş bölümü yapabilmelerini sağlar.
Bir ülkede uygulanan seçim sistemi ve siyasi partiler yasası ile demokrasi arasında çok yakın ilişki vardır. Seçimler, halkın çoğunluğunun hangi partiyi iktidarda görmek istediğini belirler. Seçim sistemlerinde, partilerin aldıkları ülke genelindeki oy oranıyla ilgili baraj konulması, halkın serbest iradesine ve demokrasinin “eşitlik ve özgürlük” kurallarına aykırıdır. “İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi”nin 21.maddesine göre; 1-Herkesin, doğrudan doğruya veya özgürce seçilen temsilciler aracılığıyla, ülkesinin kamu işlerinin yönetimine katılma hakkı vardır. 2-Herkes ülkesindeki kamu hizmetlerinde eşit koşullar içinde görev alma hakkına sahiptir. 3-Kamu iktidarının otoritesi, halkın iradesine dayanır. Bu irade, dürüst seçimle belirlenmeli ve bu seçimler eşitliğe dayanan genel seçimle ve gizli oyla veya oylama özgürlüğünü sağlayacak herhangi bir başka yöntemle, dönemsel olarak yapılmalıdır. Benzer şekilde, parti üyeleri de, parti içi adil ve özgür bir seçimle partiyi ve ülkeyi yönetme hakkına sahip olmalıdır. Halk kendi siyasi görüşüne yakın olan parti içinde kendini ifade edemiyorsa ve yönetimine demokratik yollarla gelemiyorsa, partisinden soğuyup desteğini çekeceği gibi, -oy vermeme de dahil- başka bir siyasi partiyi de deneyecektir. Halkın, genelde ülkemizdeki tüm partilere özelde ise Cumhuriyet Halk Partisine katılımcılık oranındaki giderek düşüşün gerçek sebebi budur.
Yerel Yönetimler (Belediyeler) doğrudan halkın temsilcilerinden oluştuğu zaman, halkın iradesi (egemenliği) veya demokrasi tam olarak sağlanır. Ancak, siyasi partilerde parti içi demokrasi yoksa ve seçim sistemi halkın adaletli bir şekilde temsilini engellemeye yönelik ise, belediye meclisleri belli bir sınıfın (oligarşinin) eline geçmiş olur ve meclisten çıkarılan kararlar, halkın değil o oligarşi sınıfın çıkarlarını koruyucu nitelikte olacağından, demokrasiden bahsedilmesi mümkün değildir.
Bugün Türkiye’de gündemin üst sıralarındaki tartışma konularından biri de; demokrasiyi geliştirmek için, halkın yerel yönetim bilincinin nasıl artırılabileceğidir. Merkezi hükümetler, merkeze olan bağımlılıklarının azaltılması yoluyla yerel yönetimlerin daha demokratik hale geleceklerinin bilincinde olmakla beraber, belediyelerin kendi sorumluluklarını yöre halkıyla paylaşmadaki isteksizliklerinin de farkındadır. Çünkü yerel yönetimler (belediyeler), seçilmiş eyalet yönetimleri gibi davrandığından, halkın demokratik katılımcılığı ve daha saydam bir yerel yönetim, kolayca gerçekleşmemektedir.