LAİK DEVLET İLKELERİ YERİNE GETİRİLMELİ,
TÜRBANA ÜNİVERSİTELERDE İZİN VERİLMELİDİR.
1967 Yılında Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde bugünkü bir bakanın halası bayan öğrencinin derslere saçını örterek girmesiyle başlayan, sonraki yıllarda aynı üniversitenin öğretim görevlisi Prof. Dr. Bahriye Üçok’un öldürülmesiyle hızlanan saç örtüsü tartışmaları kırk yıldır devam etmektedir. Ne zamanki rantiyelerin geliri azalsın, ne zamanki ülkenin gelişmesi ve kalkınmasına yönelik çalışmalar başlatılsın hazır kuvvet saç örtüsü mağdur öncüleri eylemlere başlar. 2000’li yıllarda kıtalar arasında el ele tutuşanlar, Başta İstanbul Beyazıt meydanı olmak üzere şehir meydanlarında cihat bayrakları açanlar 2002 AKP iktidarından sonra kaybolmuşlar, ne olduysa 12 Eylül 2010 Anayasa oymaması sürecinde güçlenmiş ve çoğalmış olarak tekrar ortaya çıkmışlardır.
Saç örtüsünün Anadolu köyündeki adı eşarp, yazma, tülbent, atkı. Siyasetteki adı türban, şehirdeki adı başörtüsü, tarikatların bazılarında burka, peçe, çarşaf vs. adlarla anılır. Saç örtüsünün geleneksel boyutunun yanında “al yazmalım”, “zülüf dökülmüş yüze”, “sarı kızın saçları” gibi türkülerden de anlaşılacağı üzere Anadolu kadının güneş altında çalışması, ayaz-soğuk, güzellik, töre, gelenek, moda vs. nedenlerle hiçbir dinsel öğe içermeksizin “Bizim anamızda takardı” diye adlandırılan şeklide bulunmaktadır. Siyaseti ve dini geçim kaynağı haline getirmişlerde “Üniversitelerde Türban sorunu” adı altında kabuk bağlamasına bile izin verilmeyen yarayı sürekli tırmalayarak adeta vampirleşmişlerdir. Olayın doğru yada yanlış dinsel / inançsal, ekonomik, siyasal, sosyolojik, psikolojik, kültürel, geleneksel, töresel, yöresel, insan hakkı, özgürlük, hukuki boyutları bulunduğu kesindir. Buna rağmen bilimsel yöntemlerle araştırma ve sonuçlarını tartışma yerine oy veya parasal getiri boyutu sürekli önde tutulduğundan çıkar sağlayanlar arka planda, mağdurlarda ön saflarda yerlerini almaktadırlar.
Cumhuriyetin temel nitelikleri arasında “laiklik” bulunmakla birlikte kesinlikle ülkemizde değil laikliğin uygulandığı, tanımının bile doğru dürüst yapıldığını / yapılabildiğini sanmıyoruz. Bizim anlayışımıza göre olması gereken laiklik anlayışı; “Kamu hizmetlerinin sunulmasında, hukuk kurallarının belirlenmesinde bilim ve aklın öncelikle kullanılması, kuralların kaynağının insan olması, inançsal referanslarla toplum düzeninin sağlanmaya çalışılmaması sistemidir”. Şeklinde kabaca anlaşılmaktadır.
Bireyler inançlarını özgürce yaşayabilmeli, yanlışta olsa inançlarının gereği ibadetlerini yapabilmelidirler. Devlet kesinlikle vatandaşlar arasında dinsel ayırım yapmamalı, belirli inanç uygulamalarının öğretilmesi, örgütlenmesi ve yaygınlaşması için çaba göstermemelidir. İnanç merkezlerinin tamamı yerel yönetimlere isteniyorsa sonraki aşamada cemaatlere, inanç merkezlerine devredilmeli, kesinlikle din görevlilerinin maaşları genel bütçeden ödenmemelidir. Yerel yönetim gelirleri arasına “inanç vergisi” konulmalı, din hizmeti almak isteyen vatandaşlardan bu vergi alınmalıdır. Bu bağlamda Diyanet işleri başkanlığının kadroları yerel yönetimlere devredilmeli daha önce ifade edildiği gibi, kabul edenlerin verdiği inanç vergisinden maaşları ödenerek çatışmaların odağına yerleşen diyanet işleri başkanlığı ivedi olarak kaldırılmalıdır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları doğrultusunda Anayasada değişiklikler yapılarak okullarda zorla din dersi okutulması uygulamasına derhal son verilmelidir. Seçmeli ders usulü de ayrımcılığın göstergesi ve psikolojik sorunların kaynağı olması yanında eğitim-öğretim ilkeleriyle de bağdaşmadığından okulların kapalı olduğu dönemlerde veya hafta sonlarında okulların kullanımı sağlanarak veya halk eğitim merkezlerinde veya parasının katılımcılarca karşılanan özel kurslarla din eğitimi verilmesi kabul edilebilir uygulama olacaktır.
CHP TABAN HAREKETİ